2 Aralık 2020 Çarşamba

Tanımadan Özlemek

 İnsan sadece tanıdığı ve sevdiği kişileri özler, diye düşünülüyor. Aslında insana mantıklı gelen de bu. Çünkü bilmediğimiz birini niye özleyelim ki? Hem neyini özleyeceğiz?

Birini özlediğimizi söyleyince, onunla olan anılarımızı referans veririz. Ee ortada anı yoksa özlem için referans ne olacak? 

Düşünsenize yüzünü bile hatırlamadığınız ya da bilmediğiniz, onunla hiç vakit geçirmediğiniz birini özlüyorsunuz. Hem de öyle kısa süreli bir özlemek de değil. Böyle yıllarca süren bir özlem. İçinizde sürekli yokluğunu ya da eksikliğini hissettiğiniz bir özlem.

Ne kadar da mantıksız geliyor aslında: insan tanımadığı, birlikte vakit geçirmediği ya da geçirmişse bile o vakitleri hiç hatırlamadığı, yüzünü gözünde canlandıramadığı; kokusunu, sesini, huyunu ve mimiklerini bile hiç bilmediği birini özlüyor. "İmkansız ya olamaz böyle bir şey" diyorsunuzdur, muhtemelen şu an. Bense "hayır, imkansız değil" diyorum.

"Nasıl olur da mümkün olur?" diye soracak olursanız cevap vereyim.

Ben bir yaşımdayken kaybettiğim babamı her gün ama her gün özledim. Yıllar oldu hala özlüyorum. Tek başıma atmak zorunda kaldığım ya da bırakıldığım her zorlu adımda, yokluğunu iliklerime kadar hissettim. En çok da önüme engeller koyanlarla ve de hakkımı yiyenlerle karşılaşınca hissettim. Belki de ben büyüttüm. Hep şuna inandım: "Eğer babam yaşasaydı, kimse hakkımı yemeye cesaret edemezdi ya da cesaret etseler bile bunun yükünü tek başıma taşımak zorunda kalmazdım. Babamla paylaşırdım, başımı omzuna yaslar onda teselli arardım."Biliyorum bunların hepsi sadece hayal, gerçekler çok daha farklı olabilirdi ama ben buna inandım ve bunun arkasına sığınıp özledim babamı.

Sınıfa yeni gelen her öğretmen ya da öğrenciye kendimi tanıtırken 'babamın ne iş yaptığını' söylememi isteyenler yüzünden her gün daha çok özledim. "Olmayan babamın ne iş yaptığından size ne?" diyemedim. "Babam öldü" deyince de "ee o zaman size kim bakıyor, nasıl geçiniyorsunuz?" diye acıyarak bakanlar yüzünden daha da çok özledim. Hatta biliyor musunuz, liseye gelince artık babam esnaf demeye başlamıştım; çünkü bu sorulara ve insanların bana acımasına daha fazla maruz kalmak istemiyordum. Ben normalde dürüst bir insanım ama artık öyle bir hale gelmiştim ki babamın öldüğünü gizliyordum. Çok yormuşlardı beni. 

Bir de babamın ailesinden hiç bahsetmemem de dikkatlerini çekiyordu, yine soruyorlardı. Her soruda biraz daha canım yanıyordu. Diyemiyordum ki "amcam olacak şahıs, babamdan kalan kamyonun parasıyla alınan evin üstüne kondu. Annemi zaten evli olan amcalarımdan biriyle evlendirmeyi konuştuklarından, yengelerimin anneme baskı uyguladığını. Annemin, çarşıya pazara gidince ödünün koptuğunu; çünkü malum dul kadına iyi gözle bakılmaz! Bu arada amcalarım fakir insanlar değiller, bunu maddi olarak diyorum yoksa diğer konularda ... neyse ya.

Yanımda olması beklenen amcalarım, aslında canımı en çok yakanlardı. Babamı en çok özlememe sebep olanlardı. Amcalarım dediğime bakmayın; benim ne yaptığımı bilmeyen hatta sesimi bile tanımayan insanlar, ben de onları tanımıyorum. Onlara dair bildiğim şey birbirlerini kötülemeleri ve birbirlerini suçlamaları. Neyse, onlar, bizim hakkımızı yedikçe yaralarım daha da derinleşti; çünkü onlara karşı savaşmaya çalışmak bana göre değildi. Ben çok güçsüzüm onların karşısında. Cazgır biri olmalıyım ya da onlar gibi biri olmalıyım ki onlardan hak talep edebileyim. Ben bu ikisini de olmak istemiyorum ve sadece babamın eksikliğini daha çok hissediyorum. Her gün biraz daha hissediyorum ve biraz daha özlüyorum. 

El-hasıl, tanımadığımız bir insanı özlememiz de mümkün hatta tanıdıklarımızdan daha da çok özleyebiliyoruz.

 Kimsenin bu özlemi yaşamaması dileğiyle,

Hoşça kalın.


26 Ağustos 2019 Pazartesi

Değişim

Aslında değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorum son zamanlarda. Bu da bana olayları gereğinden fazla önemsememem gerektiğini öğretti. Şu an içinde olduğum durum, yarın şu ankinden daha farklı olacak. Aslında, bir nesneye/olaya karşı şu anki hislerim ile yarınkiler aynı olmayacak. Hepsi değişecek. Bu nedenle, gereğinden fazla bir şeyleri önemsemek sadece anın kötü bir hal almasına sebep oluyor. Diyeceksiniz ki iyi olan olayları gereğinden fazla önemsemek anın daha iyi bir hal almasını sağlar. Evet, haklsınız bu konuda. Fakat unuttuğunuz ya da farkında olmadığınız başka bi şey var. Şu an iyi bir olayı fazlasıyla önemseyip çok iyi hissetmeniz, bu hal değişince geriye büyük bir hayal kırıklığı bırakmaz mı? Belki bırakmaz ama bırakma ihtimali çok yüksek bence. Kurgulamanıza ve de daha sonra hayal kırıklıklarına neden olma ihtimali yüksek olan anlık bir mutluluğa kapılmak, sizi zorluklara karşı zayıf kılabilir.

El-hasıl, iyi ya da kötü fark etmez olanlara fazla önem vermemenin gerektiğini; çünkü her şeyin süreçle değiştiğini düşünüyorum.


Sağlıcakla kalın,


P.S.: Fazlasıyla iyi bir modda yazılmış bir yazı.

16 Kasım 2018 Cuma

Kurgulamak

Bir şeyleri mantığa bürüme çabamız vardır sürekli. Yani kabullenmek istemediğimiz meseleleri, kabullenebilmek için bahaneler üretme eğilimimiz de denebilir bu mantığa bürüme işine. Kurgular insan, canını yakmayacak ya da en az yakacak şekilde anlamlandırarak kurgular. Var olmayan sebepler üretir, üretir ki inanabilsin kurgularına. Vee tabii ki kabullenebilsin olup biteni.

Kurgulama evresi bitince, test de etmek ister bu kurgular doğru mu diye. Bunları test edince, yönelttiği sorular ya da kullandığı yöntem de kurgularla bağlantılıdır. Objektif hiç değildir. Test ettiğini zanneder; ancak gözünün önünde olanı göremeyecek kadar inanmıştır kurgularına. Test edip de doğrulandığını düşündüğü kurguları daha da çok benimser.

Sonra ne mi olur?.... Yüzleştirilir gerçeklerle ve de hiçbir kurgusunda gerçeklik payı olmadığını anlar. Anlar demek biraz hafif kalır, o yüzden gözüne sokarlar kurguların yalan olduğunu. Onca zaman, inandığı her şeyin yıkıldığına mı yoksa tutunacak hiçbir dalı kalmamasına mı yanmalı yahut neleri neleri bu süreçte kaybettiğine mi ...?